-
Trans Anadolu Solo 2010
Sizlerden uzakta iken gerçekleştirdiğim solo bir faliyetin raporudur. İlk kez burada yayınlıyorum :)
Umarım sizde benim aldığım keyfi alırsınız...
TRANS ANADOLU 2010
En son Aladağlar'a gidişim; arkadaşlarım Tunç Fındık ve Kürşat Avcı'nın Demirkazık Doğu Duvarı’nda, başlarına gelen elim dağ kazasının, kurtarma operasyonu içindi.
Ne yazık ki Kürşat'ı o kazada kaybetmiştik; daha öncede bu dağlarda arkadaşlarımı kaybetmiştim, fakat bu son olay beni derinden etkilemişti.
Operasyondan sonra Aladağlar'a belki zamanımın kısıtlılığından belki de korkumdan gitmemiştim; gidememiştim...
Üniversite yıllarında, 1996 ile 2001 arasında neredeyse evim gibi olan bu dağlardan bir şekilde kopmuştum, korkmuştum...
Hani bazen eski günler anılır, albümler karıştırılır; ''vaay be... Ne günlerdi'' denir ya...
İşte bu yolculuk da böyle bir özlemle ve belirsizliklerin şartları kendi kendine oluşturmasıyla başladı...
2010'un ilk çeyreğinden itibaren, sosyal açıdan pek çok köklü değişiklik yaşadım; aldığım zor kararlar, yoğun iş temposu ve daha birçok şey, yormuştu beni. Az da olsa uzaklaşmak ve biraz olsun, dışarıdan bakmak istiyordum bana...
Ramazan bayramı biçilmiş kaftandı :okeyy: Genelde uzun tatillerde, şehirlerarasında, ya da dağlar arasında olurdum, bu senede aklımdan geçen böyle bir yolculuktu... Kafamda henüz kesinleşmiş bir rota yoktu... Birkaç alternatif vardı; son birkaç gün kalana kadar da kesinleşen hiçbir şey olamadı... Önce yandaş aradım... Sağa baktım, Aydın'a gidiyor, sola baktım ailesiyle, ona baktım Güney'e... Herkes'in bir programı vardı; yalnız kalmıştım... Bayram tatiline iki gün kala elimdeki alternatifler birer birer düştü...
Yeni bir şeyler yapmak için, bölge haritalarını detaylı çalışmak ve bir iz oluşturmak gerekiyordu ki; benimde böyle bir zamanım yoktu... Dolayısı ile rotayı da bunları göz önüne alarak seçmeliydim... Bildiğim bir yer, mümkünse daha önce teker deymemiş, sessiz ve biraz uzak...
Aladağlar!!!
http://i478.photobucket.com/albums/r...tr/Aladag1.jpg
Yıllarca bu dağlarda tırmanışlar yapmıştım; bölgeyi iyi tanıyordum, ve o yolları hep yürüyerek geçmiştim...Özlemiştim de!!! Ve yüzleşmek... Zamanı gelmişti... Bir de Tenere ile denemek güzel olacaktı. Sıkıntı dağlarda yalnız olmak... Ama yapılacak pek bi'şey de yoktu... Tektim işte...
-
Rota netti...
İlk gün: İstanbul-Ankara
İkinci gün: Ankara-Tuz Gölü-Hasan Dağı-Demirkazık Köyü ve mümkün olursa 2100mt Sokullu Pınarı...
Üçüncü gün: Sokullu Pınarı- Dağlar
Dördüncü gün: Dağlar-Nevşehir-Göreme-Ankara
Beşinci gün: Ankara-İstanbul...
Bu ekspedisyonun, motorumu da, beni de, fiziksel olarak yoracağı gerçekti. Ben pek hazırlanamasam da, bir önceki hafta Tenere'nin periyodik bakımlarını yaptırmış, debriyaj balatasını da, ne olur olmaz diye değiştirmiştim. Ön lastiğin durumu iyiydi fakat arka lastik... Onu da değiştirdim... :dans:
Yola çıkmadan bir gece önce, faaliyette yanıma alacağım tüm malzemeleri elden geçirip yan çantalara yerleştirdim. :okeyy:
Faaliyet solo olacağı için, mümkün olduğunca hafif olmaya çalıştım. Çadır olarak tek duvarlı, tek pollü bir çadırımı aldım. Ocak; jetboil solo pişirme seti, yedek yakıt tüpü 2 adet... Uyku tulumu; yazlık, hafif ve sıkıştırılabilen bir model ( bu seçimim dağdaki ilk gece beni epey zorlayacak)
Faaliyette tüketilecek gıda; öğünleri hesaplandıktan sonra; mümkün olduğunca çabuk pişirilebilen az yakıt tüketeceğim, kuru ya da yarı kuru gıdalar... Kuruyemiş ve hızlı enerji verecek hafif ve destekleyici yiyecekleride her zamanki gibi eksik etmedim... :okeyy:
İçerisinde baharatların, lezzet arttırıcıların ve birde çukulatalı pudingin bulunduğu mutfak çantamı da yerleştirdim... :dans:
Unutmamak gerekir ki; dağlarda keyif ve lüks taşıyabildiklerimizle sınırlıdır. Hafif ve lezzeti arttırıcı baharatlar, vb. bir yemeği keyifli bir sofraya dönüştürebilir... Hele yemekten sonra bisküvili bir puding... Kahvede varsa... :dans:
Daha sonra kişisel bakım ürünleri; güneş kremi, diş fırçası, macunu vb. her zamanki çantasına girmişti bile;
İlkyardım çantası, iyot tabletleri ve alet çantası... Ben yada Tenere kırılırsa...
Akşamları uyumadan önce biraz da kitap okurum...
Hazır gibiyim...
Tüm günün yorgunluğuna rağmen heyecanlıyım, zorda olsa uyuyorum sonunda.
-
Sabah firmaya uğruyorum biraz işim var. Öğlene doğru, eve dönüyorum, önce kendimi, sonra Tenere'yi giydiriyorum...
Planladığım gibi start veremiyorum... Bi’kaç saat geç; ama olsun... Ve teker döner...Hafiften avuç içlerim terliyor, ama yoldayım...
Çok yoğun bir trafik eşliğinde İstanbul'dan çıkmayı başarıyorum. Yakıt ikmali yapmak için Ankara otobanında bir benzin istasyonuna giriyorum; ama ne mümkün... Bayram kalabalığı... Zorda olsa araçların arasından geçip yakıt ikmalini yapıyorum. Daha sonra bir gölgede, Tenere'den inmeden bi'şeyler atıştırıp, otobandaki güruha katılıyorum... Asfaltın sıcağı, yüzüme vuruyor... Ve trafik...
Herkes bir an önce gidecekleri yere ulaşmak için savaşıyor.
Keyifsiz yolda, dikkat kesilmiş ilerliyorum; elim her daim kornada...
Zaman zaman trafik duruyor... İyi ki motorumdayım diyorum...
Bi'süre sonra kendimi Düzce yakınlarında ki bir dinlenme tesisine atıyorum; neredeyse iftar vakti...
http://img502.imageshack.us/img502/9069/sany2029.jpg
OMMKÖFTECİSİ yeni açılmış:)
Ben çayımı içip etrafı izlerken, bayan bir şoför motorun yan çantasına sürtüyor dört çeker aracını... :sasir:
Daha; ben yerimden kalkmadan hatun kişi araçtan atlayıp ''Kimin bu şey? Buraya mı park edilir? '' diye bağırıyor...:sasir:
FesüphanAllah!!!! :kotu:
Bakıyorum yan koltuktaki de hatun... Dövemem de A.Q.... :seytan:
Kalkıp gidiyorum yanlarına, kaskı vs. masada bırakıp...
Ben tam geçmiş olsun diyecekken; hatun kişi atlıyor...
Dört Çeker Hatun: Buraya mı park edilir?
—Evet
Dört Çeker Hatun: Burası araçların park yeri!!!
—Bu ne?
Dört Çeker Hatun: Araç mı bu yaaa??? Motor...
—Sensin diy'cem... Tutuyorum; zorla... Tamam işte buda motorlu taşıt; yani araç statüsünde, Dolayısıyla buraya park etmemde sorun yok... Sen neden çarptın motoruma? Neden dikkat... Diyecekken....
Dört Çeker Hatun: Aaaaa laflara bak...Elin kuryesi bi'de bana ders veriyor’..derken ben artık dayanamayıp atlıyorum…
—Neeeey? Kurye mi? Laaamn!!!! Hem kullanmayı bilmiyo’sun hem de konuşuyo’sun, sana o arabayı alanın...
Çevredekiler üzerime atlıyor... Aman abi dur; kadın şöför...
-: ‘Yok’ diyorum ‘bu sadece kadın; şöför değil...Tövbe Yarabbim!!!’ Daha ilk gün diyorum içimden;
Neden sonra Dört Çeker Hatun'un yanındaki hatun, kolundan çekiştirip 'Gel kızım gel, uğraşma şun'la' diyerek götürüyor...
Öff beaaa...
http://img375.imageshack.us/img375/3366/sany2027.jpg
-
Dönüyorum, masama. Ama masam yok... Masa varsa, kask yok!!! :sasir:
Anaaaam diyorum!!!:sasir::sasir::sasir:
Hızla sağa sola bakınıyorum; masanın dibinde yerde duruyor... Ohh diyorum içimden... Bilemiyorum dışımdan da söylemiş olabilirim... :)
Kaskı almak için masanın yanına gidiyorum;
Kalabalık bi'aile iftar kalabalığından yer bulamayınca, benim masama oturmuş, kaksımı da yere koymuş... Beni de, masama davet ediyorlar...:)
Oturarak; standart sorulara ve tembihlere maruz kalmayı da kabul ediyorum!!
Kurye misin?
Değilmisin????
Nereye?
Nereden?
Neden?
Kaç kuruş yakıyor?
Kaç basıyor?
Ankara kaç saat?
Gençlik tabii… Sıkı giyin romatizma olursun!! :)
Akıl yok mu sende? Otobüsle gitsene… :kotu:
İşşş yazık :):):) (ki bu en çok güldüğüm)
Neyse biraz laflayıp, yolcu yolunda gerek diyerek tekrar yola düşüyorum.
-
Yoğun trafik eşliğinde Cankurtaran Geçidine geliyorum. Hava serinlediği için geçitte durup bir şeyler giyiyorum..Enerji içinde bi'şeyler atıştırıyorum... Esneme ve ısınma hareketi... Devam...
Cankurtarandan sonra yol, yokuş aşağı, virajlı... Sonra otoban gişesi ve geç saatte Ankara'ya giriyorum, hafif yorgun...
Saat geç oluğu için Ankara'da yaşayan babaannemi rahatsız etmek istemiyorum, tabi motoru da sokakta bırakma fikri hiç hoşuma gitmediğinden uygun fiyatlı ve kapalı otoparkı olan bir otele gitmeye karar veriyorum.
Tunus Caddesinde bir otel...
Hemen girişimi yapıyorum... Yukarı, odaya çok fazla malzeme çıkartmıyorum. Gerekli birkaç şeyin haricinde her şeyi motorda bırakıyorum...
Duş... Ve dışarı çıkıyorum. Doymam gerek...
Eskiden gittiğim, fakat beni artık hatırlamadıkları bir cafe... Ekranlarda Basketbol Milli Takımımız... Herkes heyecanlı...
Maçı alıyoruz. :alkis:
Karnım tok.:okeyy:
Uyku...:dans:
-
Bu müthiş bir gezi yazısının ayak sesleri...Heyecanla bekliyorum...
-
Allah korusun öyle bayan şöförlerden. Baylar da var aynı düşüncelere sahip; ama bayana anlatmak zor. Hele böyle çatlaksa. Hiç dayanamıyorum. En sinir olduğum da sol şeritten 70-80'le gidip bütün trafiği aksatıyorlar. Genelde arazi aracı kullananlar... Daha neler var da, anlatmama gerek yok işte. Herkes bir şeyler yaşıyor. En güzeli sakin olmak ama ortada haksızlık varsa gerçekten kabullenmem zor.
Devamını bekliyoruz...
-
Guzel fotolar gelecek sabır.
-
Sabah dinlenmiş kalkıyorum, hızlı bir toparlanma; ve kahvaltıya iniyorum.
Sanırım otelde benden başka kalan yok.. Bayramın ilk günü, güzel bir kahvaltı ve Türk kahvesi...
Yolcu yolunda gerek...
Ama önce babaanneme uğruyorum...
Üniversite yıllarımda bana çok emeği geçmiştir.
Motoru apartmanın kapısına bırakıp, zile basıyorum...
Çok iyi gördüm, beraber çay içiyor, biraz dertleşiyoruz, istemiyor göndermek... Ama O alışık geçmiş yıllardan...
http://img220.imageshack.us/img220/5448/sany2031.jpg
Elini öpüyorum...
Arkamdan dua ediyor... Kaldırımda... Her zaman yaptığı gibi...
Düşüyorum yola... Şehir içinde temkinliyim... Her zaman ilk ve son kilometreler korkutmuştur beni...
Gölbaşı'nda bir benzin istasyonunda duruyorum. Yakıt ikmali, GPS’ ten rotanın ön izlemesi, topcase'e bir şişe su....
Hava çok sıcak... Rüzgar Kuzeybatı’dan sert esiyor; kavurucu...
Artık şehirlerarası yoldayım... İstikamet Aksaray...
İlginç bir şey fark ediyorum kendimde; yola çıktıktan sonra, bu yolculuğa karar verdiğim günden beri, kafamda dönüp duran,Yapabilecek miyim?, korkusu geçip gidiyor.
Daha az düşünüyorum yukarıları; teker döndükçe...
Tramvay yolu gibi olmuş, kötü asfaltta, bir daha durmadan Tuz Gölüne kadar geliyorum...
Rüzgar sersem edici... Sıcak bunaltıcı...:kotu:
Tuz gölünün kenarında bir cepte duruyorum...
http://img197.imageshack.us/img197/8459/sany2040o.jpg
http://img138.imageshack.us/img138/9080/sany2039.jpg
http://img651.imageshack.us/img651/7461/sany2037.jpg
Sanırım, geçen sene başlarında konuşmuştuk İsmail'le Tuz gölünü geçmeyi. Uçsuz bucaksız sarımtırak bir beyazlık; kimi yerleri kızıla çalmış; büyük ve korkutucu...
Güneş tepedeyken, güneşi yansıtan büyük kirli bir ayna gibi, gözlerimi açık tutmak bile zor. Güneş gözlüğü dahi yetmiyor.
Su yok, kurak dönem...
Bir kaç kare fotoğraf çekiyorum, yere tripodu kurup.
Çok fazla oyalanmak istemiyorum burada; güneş tam tepemde, sıcak kavurucu... Hazırlanıp tekrar biniyorum motora.
Buraya kadar gelmişken Tuz Gölü'nün üzerinde teker döndürmeden geçip gitmek olmaz diye, yoldan kirli beyaza dalıyorum... Zemin çok düz, taş, kaya hiçbir şey yok... Hatta asfalttan daha düz...
Sanırım kıyıdan 400 metre kadar açıktayım. Hızım saatte 100km civarında pürüzsüzlüğün keyfini çıkartıyorum... Zemin o kadar beyaz ki aslında hiçbir şey göremiyorum, tek seçebildiğim zemindeki renk değişimleri. Önüme beyaz bir kaya çıksa fark etmem olası değil...
Renk değiştikçe sürüş karakteri de değişiyor.
Temiz beyaz, en sert zemin; sürüş son derece kolay ve keyifli; beyaz kirlendikçe altımda ki zemin yumuşuyor, motor hafif batıyor, dolayısı ile sürerken ön teker üzerinde ki ağırlığı geriye transfer etmek zorunda kalıyorsun. Zemin rengi iyice kirlendikçe sürüş mümkün olmuyor... Batmak kaçınılmaz.
Aynen böyle oluyor ve motor giderek ağırlaşıyor, koca düzlüğün ortasında arka dişlinin yarısına kadar batıyorum...
Gaz vermenin nafile olacağını ve daha da batacağını bildiğimden, duruyorum. Çantaları söküyorum motordan.... Tek tek, taşıyorum sert zemine... Sıcak bunaltıcı, bir de zeminden yansıyan güneş tüm enerjimi tüketiyor...
Motor durdukça daha derine batıyor, tuz katmanının altı siyah balçık, yürümek dahi çok zor... Zor da olsa motoru yan deviriyorum, başka şekilde çıkartmam mümkün değil...
Kirli tuzun üzerinde motoru olduğu yerde çevirip kafasını geldiğim yöne veriyorum... Kan ter içinde... İşte tek olduğuma lanet ettiğim an...
Motoru tekrar lastiklerin üzerine kaldırıyorum. Üzerine binip tekrar batma riskini göze alamadığımdan, yanında yarı yürüyerek, yarı iterek, ter içinde ve yorgun; çantaları bıraktığım yere kadar geliyorum...
Tükendim... Kendime kızıyorum, daha dikkatli olmalıydım... Ama yapılacak bir şey yok... Yeni bir ders...
Biraz su içip, soluklanıyorum. Sıcak tüm enerjimi çalıyor...
-
Harika! :)
Bu kış vakti ilaç gibi geldi. :okeyy:
Nasıl özlemişim macerayı.
Burak ellerine sağlık, devam devam..:love10::love10: