Enduroist Slogan
Bizi Takip Edin Follow us on Facebook Follow us on Twitter Watch us on YouTube
Kayıt ol
Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu
1 den 10´e kadar. Toplam 14 Sayfa bulundu
  1. #1
    Enduroist Üye Ali Küver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Ali Küver
    Üyelik tarihi
    04-11-2019
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    107
    Motosiklet
    Africa Twin 2019
    Marka
    Honda

    Standart Romanya. Ya Ya Ya Şa Şa Şa Romanya

    Romanya hikayemi de şuraya bırakayım : )

    Fotoğraflı hali için bağlantıdan okumak gerekecek. Yazı içerisinde iki de video var (reklam sananlar, gözden kaçıranlar olmuş)

    Romanya Turu (Resimli - tıklayın)


    Yola ihtiyacım vardı. 10 günlük tatil zamanında yetişti. Cuma günü iş çıkışı Romanya’ya doğru sürmeye başladım.

    İlk molam. Danamandıra

    Akşam oluyor. Kızılağaç Köyü
    Hava kararırken, ilk durağım olan Cehennem Şelaleleri’ne vardım. Motoru yukarıda bırakıp, vadiye indim, karnımı doyurdum, kayaların üzerine matımı serdim, uyku tulumuma girdim, yıldızları seyrederek uyudum. Böylece; doğada güvende hisssetmeyi, zihnimi ve ruhumu yatıştırmayı öğreniyorum.

    Cehennem Şelaleleri
    Bilirsiniz, temiz havada az uyku yetiyor. Gün aydınlanmadan uyandım. Acele etmeden toparlandım, motorun yanına çıkıp, vadiye karşı kahvaltı ettim.

    Cehennem Şelaleleri
    Sonra ver elini Demirköy Hudut Kapısı. Balaban, Sarpdere… Malum bayram tatili. Ben diyeyim 3 km siz deyin 5 km sınır kuyruğu... Motorla olmanın avantajı ile kuyruğu pas geçip kapıya vardım, görevliler önden buyur etti, sınırı geçtim. İşte güzelim Bulgar elindeyim. Bu defa ülkenin doğusu, Karadeniz kıyısı boyunca bir rota tutturdum. Burgaz, Sunny Beach, Varna, Balçık, sonra kuzeybatıya doğru, Silistire.
    Sunny Beach’in çıkışında, mola yerinde karşılaştığım aileye selam ederim... Türkiye’den Bulgaristan’a tatil için gidiyorlardı. Sağolsunlar, varolsunlar; yengenin pişirdiği köftelerden, böreklerden ısrarla ikram ettiler, ne de güzel geldi, yanıma yolluk meyve bile verdiler. İletişim bilgilerimizi almak aklımıza gelmedi, Avcılar’da oturuyorlar, belki bir gün denk geliriz yine.
    Silistreye yaklaşırken, atıklardan yapılmış harika bir açıkhava sergisinin içinden geçtim:

    Silistre’ye doğru atıklardan eserler sergisi
    Buralarda yol genelde düz gidiyor. Gün batımına Tuna üzerinde, teknede denk geldim. Dürdüğüm nevale ile hazırladığım akşam yemeğini yerken seyreyledim Tuna’yı.

    Tuna Nehri
    Feribot ödemesi çıkışta. Kredi kartı ile ödeme de mümkün.
    Karanlıkta Bükreş’e doğru sürmeye başladım. Tuna yakınları bol sinekli. Göz hizasında, yola paralel, hayalsi sisler ve çiğler eşliğinde, akşam olmasına rağmen ışıkları yanmayan köylerden geçe geçe sürdüm. Yolların kenarında top oynayan, sukutırına binen, gelene geçene bakan çocuklar var.
    Bükreş’e vardım. Ertesi sabah çok yorgun hissediyordum. Bu sadece son 1 günkü yolun yorgunluğu değildi elbet, son zamanların, şehrin yorgunluğu idi. Kılımı kıpırdatasım gelmedi. Sadece uzanıp dinlenmek istiyordum. Bu nedenle burada 1 gece kalmayı düşünürken, ev sahibi arakadaşımın anlayışı ile 2 gece kaldım. Ev, Bükreş’in eski şehrinin hemen yakınında sakin bir mahaldeydi. Bu kadar yakınken ertesi gün kalkıp eski şehir ve bir kısım Bükreş’i gezdim gördüm.

    Bükreş’te ilk durak; yanlış adres

    Konak — ladığım ev

    Bu yolculuğa çıkarken kamp ağırlıklı konaklama düşünüyordum, beni çeken Romanya’nın yeşili, doğası idi. Ama yol başka şeyler getirdi. Bir kere bile çadırımı kurmadım. Ama çadırda kaldım mı, kaldım
    3.günün şafağında yeniden yola koyuldum. Sinaia’ya doğru, belki de Romanya’nın en güzel şatosu olarak bilinen Peleş Şatosu’nu görmeye. Çok erken varmıştım, henüz bilet gişesi açılmamıştı. İçeri girmeye de çok hevesli değildim. Bahçe, avlu ve dış görünüşü yeterince tatmin ediciydi. Burada Facebook’ta ilk canlı yayınımı denedim. Eğlenceli idi.

    Peleş Şatosu

    Bu da hemen yakınındaki Pelisur Şatosu
    Oradan, kıvrıla kıvrıla Braşov’a indim.

    Braşov
    Braşov’dan Bran’a…

    Bran Şatosu
    Transilvanya’ya gelip de Kont Drakula’yı ziyaret etmemek olmaz dedim. Aslında olur mu olur Bran Şatosu, Romanya’da gördüğüm en kalabalık turistik yerleşim yerlerinden birinde. Kendimi hemen kasabanın çıkışına attım, kale ile uzaktan hatıra fotoğrafı çektirip (fotoğrafımı Türkiye’ye gelmeyi düşünen bir İngiliz motorcu çekti, sağolsun) Prapestil Zarneşti Ulusal Parkı’na doğru sürdüm.

    Prapestil Zarneşti Ulusal Parkı

    Prapestil Zarneşti Ulusal Parkı
    Burada biraz yürüyüp, birkaç saat dinlendikten sonra Campulung’a doğru devam ettim. Arada yağmur çiseliyordu. Bu yol, özellikle Fundata, Fundatica civarı çok güzel. Tepeden kıvrıla kıvrıla devam ediyor, köylerin arasından geçiyor. Yolun iki yanı da seyirlik yamaçlar. Hatta o kadar güzel geldi ki bana kendi kendime “ya, acaba Transfaragaşan abartılmış olabilir mi, böyle bir yol varken” diye düşünüyordum. Yol kenarından, deriye sarılmış, güzel bir peynir aldım, gezim boyunca yufkaya sarıp yedim durdum.

    Fundata civarı

    Evvel yükseklerde idi…

    …Düze indi şimdi gönlüm
    Ertesi gün Transfagarasan’ı güneyden kuzeye geçmeye karar verdiğimden, başlangıç noktası olan Curte de Argeş’e varmaya çalışıyordum. Domneşti civarında beton asfalt, bol yamalı bir yolda, karanlıkta, mecburen düşük hızda sürdüm. Bu kadar yavaş gitmek, ev sahibimi bekleteceğim için canımı sıkıyordu ama yolun durumundan ötürü yapacak bir şey yoktu. Curte de Argeş’e yorgun bir halde saat 21'e doğru vardım. Ev sahibimi arayıp; “Ben geldim” dedim veee henüz gelmemiş olduğumu, evinin yaklaşık 45 km daha ötede, Ramnicu Valcea’da olduğunu öğrendim. ) Yapacak bir şey yoktu, oraya sürdüm. İyi ki sürdüm; dünya tatlısı, çok misafirperver, gördüğüm en iyi niyetli, ruhu en ince ve güzel insanlardan biri ile tanıştım. Su gibi akan doyamamadığımız bir sohbetten sonra o işine gitti ben de yatmaya.
    Sabah yağmur yağıyordu. Hava açar dedim çıktım yola.

    Romanya’da en çok sevdiğim şeylerden biri bu kilometre taşları

    Tipik Romen kasaba mimarisi dediğim bu
    Karpatlar’a kıvrıla kıvrıla tırmanarak Transfagarasan’ı yarıladım ve Transfagaraşan neymiş anladım. Doyumsuz bir güzellik: dans eden sis, bir görünüp bir kaybolan güneş, çiseleyen yağmur, buz gibi çağıl çağıl berrak sular, keskin kayalıklar, koyunların çan sesleri, otlar, yumuşak esinti, gülümseyen insanlar. Virajlardan öte beni etkileyenler bunlardı. Heyecan verici, sevince boğan, gözlerinizin içini gülümseten, “İyi ki buradayım!” dedirten, sürekli bir hareketlilik halindeki hava, manzara ve duygular. Doyamadım; yolun bir kısmını indim, sonra geri çıktım.

    Transfaragaşan

    Transfagaraşan

    Buradaki heyecanımı anlatamam, hemen sağda akan ırmak, üstünde basit bir köprü (kadrajda değil) ; adeta bir kapı açılıyordu…

    Sis kendisini sevdiriyor

    Transfagaraşan, yolun başı

    Güzelim rüzgar, şırıl şırıl akıp giden ırmak, uzanıp bu güzelliğin tadı çıkarılmaz mı
    Transfagaraşan geçişimden:



    Ardından kuzeye devam edip Cartişoara’ya doğru süzüldüm. Buranın adını, sanırım Transfagaraşan’ı kuzey-güney geçişinin başlangıç noktası olmasından ötürü, çok duymuştum ama herhangi bir özelliğine rastlayamadığım, bolca ev konaklaması imkanı sunan bir kasaba. Sorduğum yerde, evde bir oda (banyo, mutfak ortak) -kahvaltısız- 70 Ley’di.

    Cartişoara
    Kasaba demişken, Romanya’da geçtiğim gördüğüm yerleşim yerlerinin çoğu kasaba ölçeğindeydi. Ana yolları kullanmadığım içindir belki. Bu kasabaların çoğunda tipik bir mimari hakim. Yurt dışında çalışanların çoğu gelip kendi ülkesine ev yaptırıyormuş ve bu yeni evlerde de aynı mimariyi koruyorlar. Evleri büyük inşa ediyorlar. Bahçeleri yola değil içeri bakıyor. Evler yola neredeyse sıfır.

    Romanya’da köylerde, kasabalarda, yollarda çok bisiklet kullanıldığını gördüm. Her yaştan insan. Transfagarasan’a da bisikletle tırmanan çoktu.
    Romanya için medeni bir ülke diyebilirim. Nazik tavırlı insarlar, bakımlı ve temiz yerleşim yerleri, sakin bir trafik, saygılı sürücüler. Saygılı sürücü demişken, bırakın motorcuya saygıyı, trafikte aldıkları konumla, tavırları ile motorcuyu koruyup kolluyorlar. Yolu uygun görünce de geç diye işaret verip kenara çekiliyorlar. Romanya’da yolların çoğu gidiş gelişti. Sık sık rastladığım yol çalışmalarında şu aşağıdaki ışıkları kullanıyorlar. Geçiş belirli aralıklarla sıralı olarak veriliyor ve yol boş görünse de bir kişi bile beklemeyip geçeyim demiyor.

    Romenler ülkelerini gezmekteler anladığım kadarı ile. Ne de olsa seyahat serbestisi ülkenin insanları için çok eski bir şey değil. Bükreş’teki arkadaşım bir zamanlar ülkede var olan seyahat sınırlaması hakkında konuşurken şöyle demişti: “Küçükken, sırf seyahat edebilmek için, büyüyünce diplomat olmak istiyordum”. Evet, bugün durumlar değişmiş ve görülüyor ki insanlar güzelim ülkelerinde seyahat edebilmenin tadını çıkarıyorlar. Vaktiyle Karpatlar’da lojistik amaçlı açılmış olan Transfagaraşan bile bugün en gezilip görülen yerlerden birine dönüşmüş.
    Romanya’da hava değişken, her an yağmura dönebilir halde. Gezimi ağustos sonu eylül başında yapmış olduğumdan ekipman bakımından sınırdaydım. Hava açıp ısındığında, kışlık eldivenlerim fazla geldi (iyi ki yazlıkları da yanıma almışım). Ama yeri geldi kışlık montumun içinde rüzgarlık üzerinde yağmurluğuma ihtiyaç duydum.
    Romanya Ley’i Türk Lirası ile hemen hemen aynı değerde. Yakıt da bizdekine yakın fiyatta. 50 Ley’den başlayarak uygun ve temiz hostel bulabilirsiniz. Yerine göre küçük bir köy otelinin 30 AVRO olduğu yerler de var. Eşelnita gibi... Para plastikten ve paranın üzerindeki şu şeffaflık hep dikkatimi çekti:

    Batıya doğru gidip akşama doğru Sibiu’ya vardım. Eski bir Alman şehri. Meydanında oturdum, kahve içip dinlendim.

    Kalacak yerimi ayarladım. Eski şehrin merkezinde tavsiye edebileceğim bir hostelde kaldım. Manzara buydu:

    Old Town Hostel — Sibiu
    Akşam, hosteli çekip çeviren arkadaş ve bir Alman yolcu ile birlikte akşam yemeği hazırlayıp yedik, içtik, sohbet ettik. Sonra Alman arkadaşla çıkalım şehri biraz dolaşalım dedik ama şehri saat 23'te kapatmışlar Hakkaten, her yer kapalı ya da toplanıyor. Neyse açık bir yer bulduk. Harika, eski tarz döşenmiş bir pub. Sanırım Pangea Hostel’in yanından giriliyordu, adını hatırlayamadım. Orada biraz zaman geçirdik, yorgunluk ağır bastı ve uyumaya gittim.
    Sabah yönüm Bicaz Kanyonu idi. Mediaş (bir Alman şehir daha), Sighişoara (bir ortaçağ şehri) üzerinden. Sighişoara için dediler ki: Avrupa’nın ortaçağdan bu yana en az değişen ve kesintisiz yerleşimin devam ettiği şehri. Ama bir şehir sonuçta .

    Meraklı kedi — Mediaş

    Sighişoara
    Devam ettim:

    Fazla mı şehirlerdeydim, yoksa Romanya’nın medeni (şehirli) olması ile ilgili miydi bu
    Derken, “yoldan” çıktım. Navigasyon’a inanamadım. Romanya’da ilk defa duble bir yolda giderken bana aniden “sola dön” dedi; baktım, orada yol yoktu. Yine de sürdüm. Yanından tren yolu geçen şu köyün içerisinden geçip:

    şu stabilize yola çıktım.

    Tarlaların arasından geçtim, madem o var, tren yolunu da kullanayım dedim

    Ardından önce bozuk sonra nispeten iyi durumdaki, kuş uçmaz kervan geçmez, virajlı asfalt yollarda sürdüm. Kuş uçmaz derken, bir ara bir baktım tepemde yırtıcı bir kuş :/ Az sonra ilk defa devriye atan bir polis arabası gördüm, şaşırdım. Derken, bu tenhalığın içinde, küçük bir köyden geçtim. Geçerken bir binanın üstünde NATO bayrağı gördüm; bu polise bir açıklama oluyordu.
    Asfaltı güzel, yeşilliği gani, virajlı orman yolları başladı:


    Mola
    Sonra yolda tabelalar iki dilli olmaya başladı: Romence ve Macarca. Buralarda biraz daha batı Avrupa havası vardı diyebilirim.
    Kızıl Göl’e vardım.

    Kızıl Göl

    Kızıl Göl
    Bicaz Kanyonu ise biraz ilerideydi. Bicaz Kanyonu’na fotoğraflarından görüp beğendiğim için gelmiştim. Fotoğrafların yanıltıcı olabileceğini bir kere daha anladım. Burası güzel bir kanyon ama çok kısa. Hatta bir süre emin olamadım burası olduğundan ama doğru gelmişim.

    Bicaz Kanyonu
    Oradan, Lacul Bicaz’a doğru sürmeye başladım. Hayatımın en ilginç deneyimlerinden birisi başlamak üzereydi.
    İnsan her zaman aklından geçirdiğinde dikkatli ve özenli olmalı; aklınızdan geçirdiğiniz önünüze gelebilir. Romanya’da sürerken kiliselerden çok manastırların çok olduğu dikkatimi çekiyordu. Bir kaç kere aklımdan; “Ya, şu manastırların birinin bahçesinde bir gece konaklasam” diye geçirdim. Bilirsiniz, manastırlar çoğu zaman inziva yerleridir ve konumları sakin, güzel bir doğadadır. Romanya’ya giderken kimi arkadaşlarımın “Yasaktır, ama yapabilirsen bir şatonun bahçesinde konakla” tavsiyelerinden çok, ilgimi çeken, bir manastırda konaklamaktı. Lacul Bicaz’a geldim. “Bugün kalacak yerimi biraz erken ayarlayayım” diye düşündüm, geri döndüm, sürerken, Izvoru Mantelui diye bir tabela gördüm, “Izvoru Dağı’dır” dedim, oraya doğru kırdım. Güzel bir köyün içerisinden geçtim ve Parcul National Ceahlau (Ceahlau Ulusal Parkı)’nun kapısına geldim. Önceki ulusal parkta bariyerden öteye motorla geçmek yasaktı ve mümkün değildi. Ama bu parkta bariyer açıktı. Gişede ve danışmada kimse yoktu. İngilizce herhangi bir yazı da yoktu. Tabelayı görmedim (!) “Araçla girmenin yasak olduğunu anlamadım” dedim kendime ve parkın içine doğru sürmeye başladım. Kimse engel olmazsa çadırımı kuracak bir yer bulacaktım, engel olursa geri dönecektim. Sol tarafımda bir duvar gibi yükselen kayalık dağ güneşi gölgelemişti, yol bozuktu ve yolun her iki yanında geniş yapraklı bir bitki hakimdi.

    Uzak durmaya çalıştım. Çünkü Saint Petersburg (Rusya)’nın dışına doğru çıkarken de böyle yerel ve bölgeye hakim iri bir bitki vardı, Rus arkadaşım onların zehirli olduğunu söylemişti. Yalnız olsam, merak edip dokunabilirdim. Sağ tarafımda ise çadır kuracak boşluk dahi olmayan orman uzanıyordu. Yaklaşık 7 km sürdüm. Arada uzaktan böğürtüler duyuyordum. Romanya dağlardında ve ulusal parklarında ayı ve yaban domuzları olduğunu duymuştum. Ne yalan söyleyim, biraz tedirginlikle, serinlemekte olan havada sürmeye devam ettim ve bir anda güneş soldaki kayalıkların ardından kurtuldu ve sağda bir tabelayı aydınlattı. Baktım bir manastır tabelası.

    Bir göz atayım dedim, toprak yola girdim. Yolun sonunda, ağaçların arasındaki açıklıkta, yemyeşil bir yamaçta, küçük ahşaptan bir kilise ile biraz ötesinde yine ahşaptan inşa edilmiş, keşişlerin küçük evinden oluşan manastıra vardım. Tam o sırada yukarıdan bir panel van hareketlendi yola/bana doğru geldi ve yanımda durdu. Selamlaştık ve aracın sağında oturan kişiye ilk olarak “Bu gece burada kalabilir miyim?” diye sordum. O da direksiyondaki kişiye (manastırın keşişiymiş) döndü, bir şeyler konuştular ve dönüp bana “Tabii” dedi. “Çadır mı kuracaksın?” diye sordu. “Gerek yok, tuluma girip yatabilirim de” dedim. Nerde yatıyorum ya, öyle yatsam donardım, tulum da çiğden sırılsıklam olurdu. Gayet iyi İngilizce konuşan dostum: “Bizim biraz işimiz var, yarım saat kadar sonra geliriz, sen keyfine bak” dedi ve gittiler. Küheylan’ı kilisenin yanına çektim. “Vay be!” dedim. Uzun süre başka bir şey de diyemedim zaten. Aklımdan geçirdiğim önümdeydi, aklımdan geçirdiğimin içindeydim. Şükran dolu bir mutluluk içinde çimlerin üzerinde yalınayak yürüdüm, derin nefesler aldım. Bilirsiniz, yol bir arınma, durulaşma halidir…

    Manastırın bahçesinde bir sahra tipi çadır bir de büyükçe bir kamp çadırı olduğunu gördüm. Sahra tipi olan, zaman zaman gerçekleşen etkinliklerde gelenlerin kalabilmesi için kurulmuş, içerisinde bir kaç yatak ve battaniye vardı. Gece ben burada uyudum. Yatakta, tulumumun içinde, battaniyenin altında, ancak yetti...

    Derken dostum ve keşiş geldi. Dostum da yolda geçtiğim, hatta yakıt alıp biraz oyalandığım, bir başka şehirde papaz olarak görev yapıyormuş ve eski arkadaşları olan manastırın keşişlerini, ziyarete gelmiş ailesi ile. O olmasa idi keşişlerle kolay anlaşamazdım, herhalde. Önce, az önce sağdıkları sütten ikram ettiler; misss. Akşam yemeğine davet ettiler, teşekkür edip kabul ettim, ateş yanarken çevreye bakındım ve tadını çıkardım. Izgarada yemeğimiz pişerken ev yapımı rakı ve meşe fıçılarda bekletilmiş şarap ikram ettiler. Ben de 2 keşiş, dostum, eşi ve 5 oğluna, yanımda getirmiş olduğum nazar boncuklarından birer tane hediye ettim. Ateşin başında bol bol sohbet ettik. Yolun kenarlarındaki o geniş yapraklı bitkilerin aslında şifalı bir bitki olduğunu, baş ağrısında başın üstüne konduğunu öğrendim. Delikanlılardan en büyük ikisi de gayet iyi İngilizce konuşuyordu. Gecenin soğuğu başkaydı. Düşünün, dostum ve ailesi kar tulumları içindeydiler. Bir ara zangırdamaktan konuşamadım; motora gidip üstüme kalın giysilerimi aldım. Sohbetin bir yerinde dostum, konuşurken bir türlü gözümü alamadığım dağı gösterip, “Yarın bu dağa tırmanacağız” dedi.

    Orada da vaktiyle bir süre kaldığı ve inşaatında da çalıştığı bir başka manastır varmış, ailesine orayı göstermek istiyormuş. “Olur, ben de gelirim, yetişeceğim bir yer yok”, dedim.
    Ertesi sabah, harika bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Delikanlıların en küçüğü 6 yaşındaydı ve hepsinin aralarında 2 yaş kadar vardı. Tırmanışımız yaklaşık 3 saat sürdü. En küçüğü dahil yolda tek bir şikayetleri olmadı. Dostum bir ara gülerek “Bizimkisi biraz Spartalı tarzı çocuk yetiştirmek” dedi Bu tırmanış, dostumun eşi için de büyük bir mücadele idi; bir kaç yıl önce geçirmiş olduğu ciddi kaza ve sonrasındaki, halen etkileri devam eden operasyondan sonra, ilk defa kendisini bu kadar zorluyordu. Başardı! Keyifle, mantarlar, şifalı bitkiler toplayarak, bolca olan yabanmersinleri ve başka yaban meyvelerini toplayıp yiyerek tırmandık. Bir platoya vardık. Burada bir konuk evi var. Ötesinde bir kamp alanı. Oturduk dinlendik. Sonra platonun diğer tarafına kurulmuş manastıra vardık.

    Burada da küçük ahşap bir kilise var. Aşağıdaki “Küçük Manastır”dan farklı olarak, bir kaç konuk odası da var. Birini bize tahsis ettiler. Soba da olunca sıcak bir gece oldu. Manastırda başka misafirler ve bir de aşağıdaki bir köyden Manastırın işlerine yardım etmek için gelmiş olanlar vardı. Kısa bir dinlenmeden sonra yaklaşık 1 saat kadar daha tırmanışla zirveye vardık. Çevreme bakmaya doyamıyordum. Karpatlar…“Kartalların Banyo Yeri” denilen yerdeydik.



    Nadir görülen, yurt dışına çıkarılması yasak olan endemik bir çiçeğe (Floare de colt) de rastladık.
    Manastıra döndük. Herkes kendi alemine çekildi; dostum, keşişler ve rahibeler yaklaşık 3 saat süren akşam ibadetlerine başladılar. Ben bir kaya buldum ve uzun uzun Karpatlar’da gün batımını seyrettim.

    Sonra akşam yemeğine davet edildik, yedik içtik, sağolsunlar. Sofra hep beraber toplandı. Manastırda bulunan misafirler bana, sabah çektikleri fotoğrafları gösterdi: Alp Denizi. Dağlardasınız, sabah, bulutlar bulunduğunuz seviyenin aşağısında oluyor ve güneş doğarken adeta bir deniz gibi görünüyor, işte buna Alp Denizi diyorlarmış. Tabii ertesi sabah erkenden kalktık, platonun, güneşinin doğuşunu görebileceğimiz yanına yürüdük ve doyduk!


    Aşağıdaki manastıra inişimiz yine 3 saat kadar sürdü. Keşişlerden küçük olanı (bu manastırda abi kardeş iki keşiş kalıyor sadece) bizi müthiş bir kahve ile karşıladı. Taze sütü hatırlatmama gerek var mı Yol yorgunluğundan olduğunu sanmıyorum; hayatımda içtiğim en güzel kahve diyebilirim. Bunu ona söyledim. “Övünmek gibi olmasın, harika kahve yaparım” dedi. Gülüştük. Sadece gülüştük mü çayırda ufaktan güreş de tuttuk. Spor yaptığımı duyunca, bana gücünü göstermek istedi; hakkaten demir gibi bir adamdı.
    Bolca kahve içtikten sonra müsade istedim. Transalpina’yı da geçmek istiyordum. Ama önce görmek istediğim bir yer vardı: Turda. Ulusal Parkın kalan kısmını da kuzeye doğru sürüp, Durau’dan çıktım.


    Reghin

    Targu Mureş
    Borsec, Reghin, Targu Mureş üzerinden akşam Turda’ya vardım.

    Turda

    Turda

    Turda
    Burada bir tuz madeni var. İlginç olabileceğini düşünüyordum ve hakkaten öyleydi. Yerin 14 kat altına inebildiğiniz, dibinde bir göl olan, isterseniz o gölde kayıklarla turlayabildiğiniz, yankı odası, harika desenli galerileri, tadına bakabildiğiniz duvarları ve tünelleri ile Salina Turda!

    Salina Turda

    Salina Turda

    Salina Turda

    Salina Turda
    Geceyi bir pansiyonda geçirdim, sabah madeni gezdim, Alba Ulia, Sebeş üzerinden Transalpina’ya doğru yola çıkmak üzereyken müthiş bir yağmur bastırdı. Biraz bekledim, dinmeyince, yola koyuldum.


    Transalpina’ya adım adım
    Transalpina da müthiş! “Acaba burası mı, yoksa burası mı en güzel yeri” derken sürekli başka güzellikler, seyirlikler sunan rotayı keyifle sürdüm. Durdum, yürüdüm. Transfaragaraşan’a yeşil renk hakim ise Transalpina’ya sarı renk hakim. Transalpina rüzgarlıydı. Biraz uzaktan koyunlara benzeyen tümseklerden oluşan plato en yüksek yerlerinden. Bolca motorlu gezgin… Romanya’da en sevdiğim şeylerden biri de yollarda, özellikle bu meşhur rotalarda çok sayıda motorcu görmek oldu. Ortak bir heyecanı paylaştığınız insanlarla karşılaşmak, selamlaşmak sevindirici. Transalpina inişinde önüme iki Polonyalı motorcu düştü; iki motor adeta tek motor gibi sürüyorlardı; onların temposuna ayak uydurmaya çalıştım, harika bir iniş oldu.
    Tranfalpina geçişimden



    Transalpina

    Transalpina

    Transalpina


    Koyun gibi görünen yüzey bu; yürümek zor

    Transalpina. Sürüler içinde sürmeli koyun.

    Transalpina
    Ranca’dan çıktım, Targu Jiu ve Severin’e devam ettim.

    Doğu Alpleri geride kalmıştı.
    Küçük, güzel köylerden geçtim. Kıvrıla kıvrıla Orşova’ya geldim. Gördüğüm tüm Romanya şehirlerinden başka bir hava; sanki 1970'lerin sonundan kalmış bir sayfiye yeri gibi. Dağ havasına alışmıştım sanırım. Tuna’nın kıyısında olan bu şehrin havası çok sıcak ve nemli geldi. Hava kararmaktayken yukarı doğru tırmandım, Eşelnita’da konakladım. Akşam bakkala gidip gelirken köyün yaşlıları ile selamlaştık. Romanya’daki bakkal ve marketlerin önü ya da yanında bir yer aynı zamanda bir çeşit kafe/bar, toplaşma yeri. Burada, biraz daha kuzeyde olan Timişoara Bira Fabrikası’nın ürününü denedim; tadı akılda kalmıyor.
    Sırbistan’a geçecektim. Ama önce bu civardaki, güzel olduğu söylenen bir kanyonu görmek istiyordum. O tarafa sürdüm ama bulamadım. Daha fazla da gitmek istemiyor, sınır kapısı için geri dönmek istiyordum. Döndüm, aynı marketin önünden geçerken park etmiş bir motor gördüm. Sürücü marketin önünde bir kaç kişi ile oturuyordu. “Bu motorcuya sorabilirim” dedim; tam da doğru kişiye sormuşum. O abi, görmek istediğim kanyonda gezi teknesi işletiyormuş, motoru ile işe giderken burada sabah kahvesini içiyormuş. Bana da kahve ısmarladı, ben de tüm oturanlara birer nazar boncuğu takdim ettim Sonra o önde ben arkada yola koyulduk. Tuna’nın kıyısında güzel bir yere geldik. Tuna’nın diğer tarafı Sırbistan’dı. Tuna boyunca tur yapan tekneler geçiyordu. Motorcu abi yıllarca Almanya’da çalışmış olduğunu, asıl işinin tamircilik olduğunu, burada ek iş yaptığını, yarı İngilizce yarı Almanca anlattı. Kanyonun girişinde eski bir devlet adamının sureti kayaya oyulmuş (Chipul lui Decebal / Decebal Kaya Heykeli). Belki bu yapaylıktan, belki yola devam etme arzumdan; ne kanyon ne de burada bir tekne turu beni çekti. Ama şunu söyleyebilirim; bu rotaya devam edildiğinde Tuna kıyısı boyunca güzel yol olur gibiydi.

    Chipul lui Decebal / Decebal Kaya Heykeli

    Güzel yol değil mi
    Ben ise geri döndüm ve Sırbistan sınırına doğru sürmeye başladım. Artık kafamda dönüş yolu başlamıştı. Bir köprüden oluşan sınırı çabucak geçtim ve uzun bir bisiklet rotası olan yolda Tuna boyunca Donji Milanovac’a doğru sürdüm. Sınırdan geçtikten sonra yakıtımın azaldığını fark ettim, Tuna’nın bu tarafı diğer tarafına göre bir hayli tenhaydı, gelen geçen ve yaklaşık 50 km kadar kayda değer yerleşim yeri ve benzin istasyonu yoktu.

    Neyse ki yolda kalmadım. Yakıtı alınca rahatladım ve PE Djerdap Ulusal Parkı’nın içine doğru sürdüm. Belgrad’ı görmekten vazgeçmiştim, yolda Niş’i görmekten de vazgeçtim. Hafif yağmurlu bir havada, başlangıçta asfaltı bozuk ama sonra kısmen düzelen yolda, sık ormanda sürdüm. Karşıma bir tilki çıktı. Küçük Prens’teki tilkiyi hatırlatıyordu. Fotoğrafını çekmek istedim. Durdum. Motoru kapattım. İndim. Eldivenimi çıkardım. Tüm bunları yaparken tilki yolun solunda ağaçların arasından beni kımıldamadan seyretti. Tam deklanşöre (cep telefonunda da deklanşör mu diyoruz basacaktım ki vınnn, gözden kayboldu.

    Tilki ile karşılaitığımız yer
    Sırbistan’ı doğusundan, kuzey güney doğrultusunda geçtim; az önce asfalta kötü mü demiştim; daha da kötüleşti, yama yama yama, en sonunda asfalt tamamen yok oldu derin bir stabilize yola dönüştü. Yolun bu kısmı bir hayli yorucuydu. Geçtiğim köyler sessizdi. Bir çeşmede ve bir mezarlıkta kısa bir süre durdum; mezarlıklar ilgimi çeker. Nihayet bir köyün bakkalında mola verdim. Önünde bir masa; 6,7 kişi oturuyor, kafaları güzel. Otur iç dediler; motoru gösterdim. Dönüp dönüp ısrar ettiler, derdimi anlatamıyordum Bir ara, kafası en hoş olanlardan birisi, “motoru ver de bir tur atayım” dedi ) “Motor lazım, daha İstanbul’a döneceğim” dedim. Bir diğeri bilgece sözler söylüyordu. Neyse, zinciri yağladıktan sonra oturdum bir meyve suyu içtim, hayatımın en uçuk muhabbetlerinden biri eşliğinde. Kırıcı olmadan paçayı kurtarmaya çalışıyordum. O sırada oradan geçen birileri; “ne yapıyorsun, onlar köyün delileri, dedi ) Sonunda tekrar yola koyuldum. Çok yorulmuştum. Uçmayı denedim:

    Olmadı. Benzin aldıktan sonra istasyonun yan tarafında bir süre sırt üstü uzanıp dinlendim.

    Sırbistan köyleri

    Dimitrovgrad
    Eminim Sırbistan’ın çok güzel yolları vardır ama sanırım ben en yorucu rotalardan birini seçtim. Sınıra en yakın yerleşim yeri olan Dimitrovgrad’da bir mola daha verdim. Garson Türkçe konuşabiliyordu. Zaten buraya doğru gelirken Türk lokantaları başlamıştı yol üzerinde. Sonra, sağanak bir yağmur eşliğinde güzelim Bulgar eline girdim.

    Gökkuşağını yakalayamadım
    Huzurla Sofya’ya kadar sürdüm.

    Sofya

    Sofya

    Sofya
    Geceyi Sofya’da geçirdim. Hostel’de tanıştığım Rus arkadaşımla önce “Happy”de bir yemek yedik, sonra Sofya’yı turladık. Happy sevgimi bilen bilir (bkz. https://medium.com/@alikver/bulgari%CC%87stan-tenha-ve-g%C3%BCzel-%C3%BClke-6ad07428d2bd). Ertesi sabah yolda bir kere daha Happy!

    Happy. Bulgaristan
    Ve girdim memleket kapısından içerü.

    Kapı Kule Sınır Kapısı. Cahit Sıtkı Tarancı
    Edirne’ye kadar gelmişken, Koca Sinan’ın ustalık eserini görmeden geçmek olmazdı.

    Çorlu civarında yol kenarında kana kana bir kavunu yediğim zaman yolculuk bitmişti; “Oh!” dedim.

    Temsilî Romanya rotam:

    Ali Küver
    18 Mart 2018
    Konu Serdar ZIMBA tarafından (12-03-2020 Saat 17:31 ) değiştirilmiştir.

  2. Ali Küver güzel mesajın için 7 üye sana teşekkür etti :

    Ahmet Öztekin (13-03-2020),alperiynem (14-03-2020),Çağın Sarılar (16-03-2020),İbrahim Cihan Özyurt (15-03-2020),Osman Somuncu (16-03-2020),Tuncer Efendioğlu (13-03-2020),yılmaz yılmaz (13-03-2020)

  3. #2
    Moderatör Serdar ZIMBA - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Serdar ZIMBA
    Üyelik tarihi
    17-05-2016
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    2,087
    Motosiklet
    1250 GSA
    Marka
    Bmw

    Standart

    Alıntı Ali Küver Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Romanya hikayemi de şuraya bırakayım : )

    Serdar hocam, kopyalayıp yapıştırayım buraya dedim ama izin verilen 5 grafiği aştınız diye bir uyarı aldım. İş yine sana düşebilir. Sağol : )
    Hallettim Ali, ilk fırsatta okuyacağım. Eline sağlık. (Neyseki fb videolarını import edebildim )
    Motosikletim'in üzerindeyken hisettiğim tek duygu... Özgürlük !..

  4. #3
    Enduroist Kadim Üye Oktay Oksak - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Oktay Oksak
    Üyelik tarihi
    19-09-2015
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    979
    Motosiklet
    F700 GS
    Marka
    Bmw

    Standart

    Ali eline sağlık. Güzel bir yazı olmuş. Resimlerde yerli yerindeydi.

    Çok keyifle okudum.

    Manastırda kalma olayıda enteresandı. Başka bir motosiklet serüveni yazısında okumuştum Asya’da şaman ile buluşmayı anlatıyordu, senin yazın mıydı hatırlayamadım.

    Zaman ayırıp paylaştığın için teşekkürler.


    Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi

  5. #4
    Enduroist Üye Ali Küver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Ali Küver
    Üyelik tarihi
    04-11-2019
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    107
    Motosiklet
    Africa Twin 2019
    Marka
    Honda

    Standart

    Alıntı Serdar ZIMBA Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Hallettim Ali, ilk fırsatta okuyacağım. Eline sağlık. (Neyseki fb videolarını import edebildim )
    Çok teşekkürler Serdar : )
    Yanlış yol yoktur, yeni yol vardır.

  6. #5
    Enduroist Üye Ali Küver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Ali Küver
    Üyelik tarihi
    04-11-2019
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    107
    Motosiklet
    Africa Twin 2019
    Marka
    Honda

    Standart

    Alıntı Oktay Oksak Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Ali eline sağlık. Güzel bir yazı olmuş. Resimlerde yerli yerindeydi.

    Çok keyifle okudum.

    Manastırda kalma olayıda enteresandı. Başka bir motosiklet serüveni yazısında okumuştum Asya’da şaman ile buluşmayı anlatıyordu, senin yazın mıydı hatırlayamadım.

    Zaman ayırıp paylaştığın için teşekkürler.


    Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
    Teşekkürler Oktay. Moğolistan'da şamanla buluşan da bendim evet : ) Yakında o yazıyı da buraya yüklerim.
    Yanlış yol yoktur, yeni yol vardır.

  7. #6
    Enduroist Üye Tuncer Efendioğlu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Tuncer Efendioğlu
    Üyelik tarihi
    04-10-2019
    Bulunduğu yer
    Kırklareli
    Mesajlar
    15
    Motosiklet
    Varadero XL 1000 2007
    Marka
    Honda

    Standart

    Bu yaz Romanya'da benzer bir rota yapmayı ben de planlıyorum.Bu yüzden yazdıklarınızı çok değerli.Katkınız için teşekkürler
    protect the wild

  8. #7
    Enduroist Katılımcı Üye
    Isim
    Yılmaz yılmaz
    Üyelik tarihi
    08-06-2015
    Bulunduğu yer
    istanbul
    Mesajlar
    433
    Motosiklet
    Vespa
    Marka
    Vespa

    Standart

    süper gezi , keyifli yazı emeğine sağlık
    Boş teneke çok ses çıkartır.

  9. #8
    Enduroist Üye Ali Küver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Ali Küver
    Üyelik tarihi
    04-11-2019
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    107
    Motosiklet
    Africa Twin 2019
    Marka
    Honda

    Standart

    Alıntı Tuncer Efendioğlu Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bu yaz Romanya'da benzer bir rota yapmayı ben de planlıyorum.Bu yüzden yazdıklarınızı çok değerli.Katkınız için teşekkürler
    Ben teşekkür ederim, şimdiden zevkli yolculuklar.
    Yanlış yol yoktur, yeni yol vardır.

  10. #9
    Enduroist Üye Ali Küver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Ali Küver
    Üyelik tarihi
    04-11-2019
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    107
    Motosiklet
    Africa Twin 2019
    Marka
    Honda

    Standart

    Alıntı burak yılmaz Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    süper gezi , keyifli yazı emeğine sağlık
    Çok teşekkür ederim.
    Yanlış yol yoktur, yeni yol vardır.

  11. #10
    Enduroist Kadim Üye alperiynem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Isim
    Alper İynem
    Üyelik tarihi
    29-03-2013
    Bulunduğu yer
    Safranbolu
    Mesajlar
    509
    Motosiklet
    R 1200 GSA & CRF 250 L
    Marka
    Bmw

    Standart

    Geçtiğimiz yaz biz de Romanya turu yaptık..
    Hazırlık aşamasında yazını okumuştum...
    Eline sağlık...

 

 
Sayfa 1 Toplam 2 Sayfadan 12 SonuncuSonuncu

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •