Ayçiçek tarlaları, Saray içinde yeni dökülen asfalta girişimiz, iki lafın biri “AMK“ diye söze giren börekçi abi,
Bulgar köyüne komşu sularda yüzmenin yarattığı tatlı his, teneke tavuk ve garnitür’ün tadı, plajdaki Nissan Micra’nın hayatımıza kattığı renk,
çaylar, amcalar, çocuklar, artık beni baymaya başlayan “hocam kaç para bu motor” sorusu, Demirköy’de zabıtalarla çay içerken musallat olan ve deli mi dahi mi olduğunu anlamadığım gözlüklü oğlan,
bana Moskova’yı hatırlatan zengin sık yüksek ağaç örtüsü, Türkiye’de olduğumu unutturmayan yol çalışmaları,
100 kere tekrar ettiğimiz “buraya kesin kalmalı gelmeliydik abi” repliğimiz, çayları bize ödeten misafirperver Poyralı köyü ahalisi ,
Demirköy’de ziyaret ettiğimiz dökümhane kalıntıları, ziyaret edemediğimiz Dipnusa mağarası ve longoz, son köfte sonrası bitmek bilmeyen dönüş yolu,
ve 10 numara mekanı görmenin verdiği mutluluk. Hepsi güzeldi, değdi.